بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا وَ ﺁلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ(۱)

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ (۲) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (۳) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (٤) إيَّاكَ نَعْبُدُ وإيَّاكَ نَسْتَعِينُ (٥) اِهْدِنَا الصِّراطَ الْمُسْتَقِيمَ (٦) صِرَاطَ الَّذِينَ أنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّيِنَ.(٧)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile

Hamd, âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahîm ve din günü (kıyâmet günü)nün sâhibi olan Allaha mahsûsdur. Yalnız sana ibâdet eder, yalnız senden yardım isteriz. Bizi doğru yola, kendilerine ni’met verdiklerinin yoluna ilet. Gazâba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ (۱) اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ (۲) وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَابِيلَ (۳) تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ (٤) فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَاْكُولٍ (٥)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

(Ey Resûlüm!). Rabbinin, fil sâhiblerine neler - etdiğini görmedin mi? O, bunların kötü plânlarını boşa çıkarmadı mı? O, bunların üzerine bölük bölük kuş(lar) gönderdi. Ki bunlar onlara (fil sâhiblerine) pişkin tuğladan (yapılmış) taş(lar) atıyordu. Derken (Allah) onları yenik ekin yaprağı gibi yapıverdi.

FİL VAK’ASI: Habeş hükümdârı Necâşînin, Yemen vâlîsi olan “Ebrehe” isminde bir adamı vardı. Ebrehe insanları Mekke-i Mükerremedeki Kâ’beyi ziyâretinden vazgeçirmek için San’a şehrinde büyük ve süslü bir kilise yapdırdı. Fekat maksâdı hâsıl olmayıp, Kâ’beyi ziyâret edenler o kiliseyi ziyârete gelmediler. Ayrıca Fukaym kabîlesinden Nüfeyl adlı bir genç, gece gizlice getirdiği pislikleri ile kilisenin her tarafını kirletdi. Bunu bahâne eden Ebrehe büyük bir ordu hâzırlayarak Mekke üzerine yürüdü. Ordusunun önünde Necâşîden getirdiği büyük bir fil vardı. Fili ordunun önünde yürütmekle ordusunun gâlib geleceğini sanıyordu.

Böylece ordu Mekke üzerine yürüdü. Şehre gireceği zemân fil yere çökdü ve bir dahâ ileri gitmedi. Bütün uğraşmalar onu Mekke istikâmetine götüremedi. Başka yönlere ise koşa koşa gidiyordu. Tam bu sıralarda Allahü teâlâ Ebâbil denilen kuşları gönderdi. Ağızlarında ve ayaklarında taşıdıkları taşları Ebrehenin ordusu üzerine atdılar. Âyet-i kerîmede de belirtildiği gibi, ordu “yenilmiş ekin yaprağı” gibi oldu.

Bu hâdisenin vuku’ bulduğu seneye Arablar “Fil senesi” derlerdi. Bu vak’adan 50-55 gün sonra Peygamber Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” dünyâya teşrif buyurdu.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

لاِيِلاَفِ قُرَيْشٍ (۱) اِيلاَفِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَآءِ وَالصَّيْفِ (۲) فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ (۳) الَّذِي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خَوْفٍ(٤)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Kureyşi emniyyet ve selâmete, kış ve yaz onları (Kureyşlileri) gidiş ve gelişlerde [1] râhatlığa kavuşdurduğundan dolayı (hiç olmazsa) şu Beytin (Kâ’benin) Rabbine ibâdet etsinler. O, (Allah ki) onları açlıkdan (kurtarıp) doyuran, kendilerine korkudan emînlik veren(dir.)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَرَاَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ (۱) فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ (۲) وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ (۳) فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ (٤) الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ (٥) اَلَّذِينَ هُمْ يُرَآؤُنَ (٦) وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ (٧)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Dîni (Müslimânlığı) yalan sayanı gördün mü? İşte yetîmi [2] şiddetle iten, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur. [3] İşte (bu vasflarla berâber) namâz kılan (münâfık)ların vay hâline ki, onlar namâzlarından gâfildirler. Onlar riyâkârların tâ kendileridir. Onlar, zekâtı [4] da men’ ederler.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اِنَّآ اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ (۱) فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ (۲) اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ (۳)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

(Habîbim!) Hakîkat, biz sana, Kevseri [5] verdik. O hâlde Rabbin için namâz kıl ve kurban kes. Doğrusu sana (nesli kesik deyip) dil uzatandır, hayrsız nesli kesik.

ÎZÂH: Bu mübârek sûre, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” nâil olduğu ni’metleri ve Onun iki kudsî vazîfesini bildirmekdedir. Âyet-i kerîmedeki “Kevser” lâfzı için islâm âlimleri çeşidli ma’nâlar vermişlerdir. Cumhur ulemâya göre:

a) Cennetde bir ırmakdır veyâ bir havuzdur ki suyu baldan tatlı, sütden dahâ ziyâde beyâz ve kardan dahâ soğukdur.

b) Kur’ân-ı Azîmdir ki: O dünyevî ve uhrevî hayrları toplıyan bir kitâbdır.

c) Resûl-i Ekremin “sallallahü aleyhi ve sellem” hâiz olduğu şeref-i nübüvvetdir.

d) Gökde ve yerde Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” için çok zikr ve senâdır.

e) Resûlullahın evlâd ve etbaıdır.

f) Resûlullahın Eshâb ve ulemâ-yı ümmetidir.

Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” oğlu Kâsım vefât edince, Âs bin Vâil, Muhammedin “aleyhisselâm” artık nesli kesildi, kendisini yâd etdirecek evlâdı kalmadı, dedi. Bunu diğer müşrikler de söylemişlerdir. Onlar, müslimânlara bir şiddet, darlık ârız olunca bununla sevinip, ferâhlıyorlardı. İşte bu sûre-i celîle o kâfirlerin bâtıl düşüncelerini reddetdi. Pek kısa bir sûre olmasına rağmen birçok hakîkatlere işâret etmekdedir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قُلْ يَآ اَيُّهَا الْكَافِرُونَ (۱) لآ اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (۲) وَلآ اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ اَعْبُدُ (۳) وَلاَ اَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ (٤) وَلآ اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ اَعْبُدُ (٥) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ (٦)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Yâ Habîbim! Onlara de [6]: Ey kâfirler ben sizin tapmakda olduklarınıza (putlarınıza) tapmam. Benim ibâdet edeceğime de (Allahü teâlâya) siz kulluk ediciler değilsiniz. Ben sizin tapdıklarınıza (hiçbir zemân) tapmış değilim. Siz de benim kulluk etmekde olduğuma (hiçbir vakt) kulluk ediciler değilsiniz. Sizin dîniniz size, benim dînim bana.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اِذَا جَآءَ نَصْرُ اللهِ وَالْفَتْحُ (۱) وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللهِ اَفْوَاجًا (۲) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (۳)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Allahın nusrati ve feth gelince, sen de insanların fevc fevc Allahın dînine (müslimânlığa) gireceklerini görünce, hemen Rabbini, hamd ile, tesbîh et. Onun afv etmesini iste. Şübhesiz ki O, tevbeleri çok kabûl edendir. [7]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

تَبَّتْ يَدَآ اَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ (۱) مَآ اَغْنََى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ (۲) سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ (۳) وَامْرَاَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ (٤) فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ (٥)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Ebû Lehebin iki eli kurusun. (Kendisi de) kurudu (helâk oldu ya). Ona ne malı (Babasından mîrâs kalan malı), ne kazandığı fâide vermedi. O, alevli bir ateşe girecek, karısı da odun hammalı olarak. Boynunda bükülmüş bir ip de olduğu hâlde.

ÎZÂHI: Bu sûre-i celîle, Resûl-i Ekreme “sallallahü aleyhi ve sellem” ezâ ve cefâda bulunmuş olan Ebû Leheb ve zevcesinin helâk olarak, şiddetli bir azâba düşeceklerini haber veriyor. Peygamber aleyhisselâm; “akrabanı korkut” emr-i ilâhîsini alınca, Safa tepesine çıkmış, yakınlarını çağırarak, onları İslâm dînine da’vet etmişdi. Ebû Leheb burada Peygamberimizin söylediklerine karşı çıkmış ve Ona hakâret ederek oradan ayrılmış ve oradakilere ma’nî olmuşdu. Ebû Lehebin karısı da Resûl aleyhisselâmın yürüyeceği yollara geceleyin dikenli ağaçlar, otlar yüklenerek getirir, dökerdi. Ayrıca Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ardından koğuculuk yapardı.

Ebû Leheb, Hicretin ikinci senesinde Bedr gazvesindeki, İslâm mücâhidlerinin muvaffakiyyetlerine dayanamıyarak, yedi gün sonra öldü. Vücûdu delik deşik olup, çocukları bile yanına yaklaşamadı. Ancak üç gün sonra defnedilebildi. Bilâhare zevcesi de ölüp lâyık olduğu cezâya kavuşdu.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ (۱) اَللهُ الصَّمَدُ (۲) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (۳) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُُفُواً اَحَدٌ (٤)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Ya Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”! De ki; O, Allah birdir, Samed [8]dir. O, doğurmamışdır, doğurulmamışdır. Hiçbir şey Onun dengi (ve benzeri) değildir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ (۱) مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ (۲) وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ (۳) وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ (٤) وَمِنْ شَرَّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ (٥)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

(Yâ Muhammed! “aleyhisselâm”) Yaratdığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöküp basdığı zemân gecenin şerrinden, düğümlere (Büyücülerin ipliklere bağladıkları düğümlere) üfüren (nefes)lerin (Büyücü ve üfürükçülerin) şerrinden ve hased edenin, hased(ini belli) etdiği zemân, şerrinden, sabâhın Rabbine sığınırım de [9].

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ (۱) مَلِكِ النَّاسِ (۲) اِلَهِ النَّاسِ (۳) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ (٤) الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ (٥) مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ (٦)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

(Yâ Muhammed! “aleyhisselâm”). İnsanların Rabbine, insanların melikine, insanların mâbuduna, insanların göğüslerine dâima vesvese veren, gerek cinden, gerek insandan (olsun), o sinsi şeytânın şerrinden, sığınırım de [10].

ببِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اِنَّآ اَنْزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ (۱) وَمَآ اَدْرَيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ (۲) لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ (۳) تَنَزَّلُ الْمَلَئِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْ مِنْ كُلِّ اَمْرٍ (٤) سَلاَمٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ (٥)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالْعَصْرِ (۱) اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ (۲) اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (۳)

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَللهُ لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي اْلاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلاَّ بِاِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ اِلاَّ بِمَا شَآءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضَ وَلاَ يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ (۲٥٥)

Rahmân ve Rahîm olan Allahın ismi ile.

Allah, kendinden başka hiçbir ilâh yokdur. (O), Hayy ve Kayyûmdur. Onu ne bir uyuklama, ne de bir uyku tutabilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Onundur. Onun izni olmadan, nezdinde kim şefâ’at edebilir? O (yaratdıklarının) önlerindeki ve arkalarındaki gizli ve âşikâr her şeyi bilir. Onun ilminden, yalnız kendisinin dilediğinden başka hiçbir şey kavrayamazlar. (Mahlûkatı). Onun kürsüsü gökler ve yeri kaplamışdır. Bunların (yerin ve göğün) koruyuculuğu Ona ağır da gelmez. O, çok yüce, çok büyükdür.



سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَ بِحَمْدِكَ * وَ تَبَارَكَ اسْمُكَ وَ تَعَالَى جَدُّكَ * وَ جَلَّ ثَنَاؤُكَ * وَ لاَ اِلَهَ غَيْرُكَ

Ey Allahım! Seni noksanlıklardan tenzîh eder. Bütün kemâl sıfâtlarıyla tavsif ederim. Sana hamd ederim. Senin ismin yücedir. (Ve senin şânın her şeyin üstündedir) [11]. Senden başka ilâh yokdur.

اَلتَّحِيَّاتُ ِللهِ وَ الصَّلَوَاتُ وَ الطَّيِّبَاتُ * اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِيُّ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ * السَّلاَمُ عَلَيْنَا وَ عَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ * اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ *

Her dürlü hurmet, salevât ve bütün iyilikler Allaha mahsusdur. Ey Nebî! Allahın selâm, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Selâm, bizim ve Allahın sâlih kullarının üzerine olsun. Şehâdet ederim ki, Allah birdir ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed (aleyhisselâm) Onun kulu ve resûlüdür.

* اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلَى ﺁلِ مُحَمَّدٍ * كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى ﺁلِ اِبْرَاهِيمَ * اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ *

Ey Allahım! İbrâhîme “aleyhisselâm” ve âline rahmet etdiğin gibi, (Efendimiz) Muhammed'e “aleyhisselâm” ve âline de rahmet eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin.

* اَللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ عَلَى ﺁلِ مُحَمَّدٍ * كَمَا بَارَكْتَ عَلَى اِبْرَاهِيمَ وَ عَلَى ﺁلِ اِبْرَاهِيمَ * اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ *

Ey Allahım! İbrâhîme “aleyhisselâm” ve âline bereketler ihsan etdiğin gibi, (Efendimiz) Muhammed'e “aleyhisselâm” ve âline de bereketler ihsan eyle. Muhakkak sen hamîd ve mecîdsin.

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَ فِي اْلآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

بِرَحِمَتِكَ يَا اَرْحَمَرَ الرَّاحِمِينَ

Yâ Rabbî! Dünyâda ve âhıretde bize iyilikler ver ve bizi nârın (ateşin) azâbından koru.

Ey merhametlilerin en merhametlisi, senin rahmetinle...

رَبَّنَا اغْفِرْ لِى وَ لِوَالِدَىَّ وَ لِلْمُؤمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ اْلحِسَابِ بِرَحِمَتِكَ يَا اَرْحَمَرَ الرَّاحِمِينَ

اَللَّهُمَّ إِنَّا نَسْتَعِينُكَ وَ نَسْتَغْفِرُكَ وَ نَسْتَهْدِيكَ * وَ نُؤْمِنُ بِكَ وَ نَتُوبُ اِلَيْكَ * وَ نَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ * وَ نُثْنِى عَلَيْكَ اْلخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَ لاَ نَكْفُرُكَ * وَ نَخْلَعُ وَ نَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ *

اَللَّهُمَّ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ لَكَ نُصَلِّى وَ نَسْجُدُ * وَ اِلَيْكَ نَسعْىَ وَ نَحْفِدُ * نَرْجُو رَحْمَتَكَ وَ نَخْشَى عَذَابَكَ * اِنَّ عَذَابَكَ الْجِدَّ بِاْلكُفَّارِ مُلْحِقٌ *

Ey Allahım! Biz senden yardım dileriz. Sana istiğfar ederiz. Senden hidâyet isteriz. Sana îmân ederiz. Sana tevbe ve sana tevekkül ederiz. Bütün hayrlarla seni överiz. Sana (ni’metlerine) şükreder, küfrân-ı ni’met etmeyiz. Sana karşı fısk ve fücur edeni atar ve terk ederiz.

Ey Allahım! Ancak sana ibâdet eder, namâz kılar, secde eder, sana koşar ve iltica ederiz. Rahmetini recâ (ümîd) eyler ve azâbından korkarız. Çünki senin azâbın gerçeği örten kâfirlere mutlaka ulaşır.

آمَنْتُ بِاللهِ وَ مَلَئِكَتِهٍ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ اْليَوْمِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالَى وَ اْلبَعْثُ بَعْدَ اْلمَوْتِ حَقٌّ * اَشْهَدُ اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَللهُ * وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُهُ وُ رَسُولُهُ *



بِسْمِ اللهِ العَظِيم * وَ اْلحَمْدُ ِللهِ عَلَى دِينِ اْلاِسْلاَمِ * وَ عَلَى تَوْفِيقِ اْلاِيمَانِ * اَلْحَمْدُ ِللهِ الَّذِى جَعَلَ اْلمآءَ طَهُوراً * وَ جَعَلَ اْلاِسْلاَمَ نُوراً *

اَللَّهُمَّ اسْقِنِى مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ كَاْساً َلاَ اَظْمَأُ بَعْدَهُ اَبَداً * اَللَّهُمَّ اَرِحْنِى رَاِئحَةَ اْلجَنَّةِ وَ ارْزُقْنِى مِنْ نَعِيمِهَا * وَ لاَ تُرِحْنِى رَاِئحَةَ النَّارِ *

اَللَّهُمَّ بَيِّضْ وَجْهِى بِنُورِكَ يَوْمَ تَبْيَّضُ وُجُوهُ اَوْلِيَاِئكَ وَ لاَ تُسَوِّدْ وَجْهِى بِذُنُوبِى يَوْمَ تَسْوَدُّ وُجُوهُ اَعْدآِئكَ اَللَّهُمَّ اعْطِنِى كِتَابِى بِيَمِينِى وَ حَاسِبْنِى حِسَاباً يَسِيراً * اَللَّهُمَّ لاَ تُعْطِنِى كِتَابِى بِشِمَالِى وَ لاَ مِنْ وَرَاءِ ظَهْرِى وَ لاَ تُحَاسِبْنِى حِسَاباً شَدِيداً *

اَللَّهُمَّ حَرِّمْ شَعْرِى وَ بَشَرِى عَلَى النَّارِ * وَ اَظِلَّنِى تَحْتَ ظِلِّ عَرْشِكَ يَوْمَ لاَ ظِلَّ اِلاَّ ظِلُّ عَرْشِكَ *

اَللَّهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ الَّذِينَ يَسْتَمِعُونَ اْلقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُ * اَللَّهُمَّ اَعْتِقْ رَقَبَتِى مِنَ النَّارِ *

اَللَّهُمَّ ثَبِّتْ قَدَمَىَّ عَلَى الصِّرَاطِ يَوْمَ تَزِلُّ فِيهِ اْلاِقْدَامُ *

اَللَّهُمَّ لاَ تَطْرُدْ قَدَمَىَّ عَلَى الصِّرَاطِ يَوْمَ تَطْرُدُ كُلُّ اَقْدَامِ اَعْدَائِكَ * اَللَّهُمَّ اجْعَلْ سَعْيِى مَشْكُوراً وَ ذَنْيِى مَغْفُوراً وَ عَمَلِى مَقْبُولاً َو تِجَارَتِي لَنْ تَبُورَ * سُبْحَانَكَ اَللَّهُمَّ وَ بِحَمْدِكَ * اَشْهَدُ

اَنْ لآ اِلَهَ اِلاَّ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ وَ اَنَّ مُحَمَّداً عَبْدُكَ وَ رَسُولُكَ *

تَسْبِيحَاتُ التَّرَاوِيحِ

[12] - سُبْحَانَ ذِى اْلمُلْكِ وَ اْلمَلَكُوتِ، سُبْحَانَ ذِى اْلعِزَّةِ وَ اْلعَظَمَةِ وَ الْجَمَالِ وَ اْلجَلاَلِ وَ اْلجَبَرُوتِ، سُبْحَانَ اْلمَلِكِ اْلمَوْجُودِ، سُبْحَانَ اْلمَلِكِ اْلمَعْبُودِ، سُبْحَانَ اْلمَلِكِ اْلحَىِّ الَّذِى لاَ يَنَامُ وَ لاَ يَمُوتُ. سُبُّوحٌ قُدُّوسٌ رَبُّنَا وَ رَبُّ اْلمَلَئِكَةِ وَ الرُّوحِ.

[13] - مَرْحَبًا، مَرْحَبًا، مَرْحَبًا يَا شَهْرَ رَمَضَانَ، مَرْحَبًا مَرْحَبًا مَرْحَبًا يَا شَهْرَ اْلبَرَكَةِ وَ اْلغُفْرَانِ، مَرْحَبًا مَرْحَبًا مَرْحَبًا يَا شَهْرَ التَّسْبِيحِ وَ التَّهْلِيلِ وَ الذِّكْرِ وَ تِلاَوَةِ اْلقُرْآنِ. اَوَّلْ هُوَ آخِرْ هُوَ ظَاهِرْ هُوَ بَاطِنْ هُوَ، يَا مَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ.

[14] - اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ كُلِّ دَاءٍ وَ دَوَاءٍ وَ بَارِكْ وَ سَلِّمْ عَلَيْهِ وَ عَلَيْهِمْ كَثِيرًا.

[15] - يَا حَنَّانُ، يَا مَنَّانُ، يَا دَيَّانُ، يَا بُرْهَانُ، يَا ذَا اْلفَضْلِ وَ اْلاِحْسَانِ، نَرْجُو اْلعَفْوَ وَ اْلغُفْرَانَ وَ اجْعَلْنَا مِنْ عُتَقَاءِ شَهْرِ رَمَضَانَ، بِحُرْمَةِ اْلقُرْآنِ.

هَذَا الدُّعَاءُ لِلْمَيِّتِ فِى صَلاَةِ اْلجَنَازَةِ

اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِحَيِّنَا وَ مَيِّتِنَا وَ شَاهِدِنَا وَ غَائِبِنَا وَ صَغِيرِنَا وَ كَبِيرِنَا وَ ذَكَرِنَا وَ اُنْثَانَا * اَللَّهُمَّ مَنْ اَحْيَيْتَهُ مِنَّا فَتَوَفَّهُ عَلَى اْلاِيمَانِ * وَ خُصَّ هَذَا اْلمَيِّتُ (هَذِهِ اْلمَيْتَةُ) بِالرَّوْحِ وَ الرَّاحَةِ وَ الرَّحْمَةِ وَ اْلمَغْفِرَةِ وَ الرِّضْوَانِ * اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَ (كَانَتْ) مُحْسِنًا (مُحْسِنَةً) فَزِدْ فِى اِحْسَانِهِ (هَا) [16] وَ اِنْ كَانَ (كَانَتْ) مُسِيئًا (مُسِيئَةً) فَتَجَاوَزْ عَنْهُ (هَا) وَ لَقِّهِ (هَا) اْلاَمْنَ وَ اْلبُشْرَى وَ اْلكَرَامَةَ وَ الزُّلْفَى * اَللَّهُمَّ اجْعَلْ قَبْرَهُ رَوْضَةً مِنْ رِيَاضِ اْلجِنَانِ وَ لاَ تَجْعَلْ قَبْرَهُ (هَا) حُفْرَةً مِنْ حُفَرِ النِّيرَانِ * رَبِّ اغْفِرْ لِي وَ لِوَالِدَىَّ وَ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ اْلمُؤْمِنَاتِ وَ لِجَمِيعِ اْلمُسْلِمِينَ وَ اْلمُسْلِمَاتِ اَلاَحْيَاءِ مِنْهُمْ وَ اْلاَمْوَاتِ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ.

خُطْبَةُ اْلجُمُعَةِ

الخطبة الاولى

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ اَضْعَافَ مَا حَمِدَهُ جَمِيعُ خَلْقِهِ كَمَا يُحِبُّ وَ يَرْضَى، وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى مَنْ اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ، كُلَّمَا ذَكَرَهُ الذَّاكِرُونَ وَ غَفَلَ عَنْ ذِكْرِهِ اْلغَافِلوُنَ كَمَا يَنْبَغِي وَ يَحْرَى، وَ عَلَى آلِهِ وَ اَصْحَابِهِ وَ اَزْوَاجِهِ وَ اَوْلاَدِهِ اْلبَرَرَةِ التُّقَى وَ النُّقَى، خُصُوصًا مِنْهُمْ عَلَى الشَّيْخِ الشَّفِيقِ، قَاتِلِ اْلكَفَرَةِ وَ الزَّنَادِيقِ، اَلْمُلَقَّبِ بِاْلعَتِيقِ، وَفِي اْلغَارِ الرَّفِيقِ اَلاِمَامِ عَلَى التَّحْقِيقِ خَلِيفَةِ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ اَبِي بَكْرٍ الصِّدِيقِ (رَضِىَ اللهُ تَعَالَى عَنْهُ). ثْمَّ السَّلاَمُ مِنَ اْلَملِكِ اْلوَهَّابِ، عَلَى اْلاَمِيرِ اْلاَوَّابِ، زَيْنِ اْلاَصْحَابِ، مُجَاوِرِ اْلمَسْجِدِ وَ اْلمِنْبَرِ وَ اْلمِحْرَابِ، اَلنَّاطِقِ بِاْلحَقِّ وَ الصِّدْقِ وَ الصَّوَابِ، اَلْمُوَافِقِ رَأْيُهُ حُكْمَ اْلكِتَابِ اَمِيرِ اْلمُؤْمِنِينَ عُمَرَ بْنِ اْلخَطَّابِ (رَضِىَ اللهُ تَعَالَى عَنْهُ). ثُمَّ السَّلاَمُ مِنَ اْلمَلِكِ اْلمَنَّانِ، عَلَى اْلاَمِيرِ اْلاَمَانِ، حَبِيبِ الرَّحْمَنْ، صَاحِبِ اْلحَيَاءِ وَ اْلاِحْسَانِ، الشَّهِيدِ فِي اَثْنَاءِ تِلاَوَةِ اْلقُرْآنِ، اَمِيرِ اْلمُؤْمِنِينَ عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ (رضى الله تعالى عنه). ثُمَّ السَّلاَمُ مِنَ اْلمَلِكِ اْلوَلِيِّ، عَلَى اْلاَمِيرِ اْلوَصِيِّ، اِبْنِ عَمِّ النَّبِيِّ، قَالِعِ البَابِ اْلخَيْبَرِي، زَوْجِ فَاطِمَةَ الزَّهْرَاءْ بِنْتِ النَّبِي اَمِيرِ اْلمُؤْمِنِينَ اَسَدِ اللهِ اْلغَالِبِ، عَلِيِّ بْنِ اَبِي طَالِبٍ (رضى الله تعالى عنه). وَ عَلَى اْلاِمَامَيْنِ اْلهُمَامَيْنِ السَّعيِدَيْنِ، الشَّهيِدَيْنِ اْلمَظْلوُمَيْنِ اْلمَقْبُولَيْنِ، اْلحَسيِبَيْنِ النَّسيِبَيْنِ، سَيِّدَيْ شُبَّانِ اَهْلِ اْلجَنَّةِ، وَ قُرَّتَيْ اَعْيُنِ اَهْلِ السُّنَّةِ، اْلحَسَنِ وَ اْلحُسَيْنِ (رضى الله تعالى عنهما). وَ عَلَى اْلعَمَّيْنِ اْلمُعَظَّمَيْنِ اْلاَسْعَدَيْنِ اْلاَمْجَدَيْنِ، اْلاَكْرَمَيْنِ عِنْدَ اللهِ وَالنَّاسِ، اَلْحَمْزَةِ وَ اْلعَبَّاسِ (رضى الله تعالى عنهما). وَ عَلَى جَمِيعِ اْلمُهَاجِريِنَ وَ اْلاَنْصَارِ، وَ التَّابِعِينَ اْلاَخْيَارِ مِنْهُمْ وَ اْلاَبْرَارْ (رضوان الله تعالى عليهم اجمعين). اَيُّهَا اْلمُؤْمِنُونَ اْلحَاضِرُونَ! اِتَّقُوا اللهَ وَ اَطيِعُوهُ اُوصيِكُمْ عِبَادَ اللهِ بِتَقْوَى اللهِ، وَ اعْلَمُوا اَنَّ اِلَى اللهِ اْلمُنْتَهَى، وَ اَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَ اَحْيَا، اِنَّ هَذِهِ تَذْكِرَةٌ لِمَنْ يَخْشَى، وَ اِلَى اللهِ اْلمُشْتَكَى. (قَالَ اللهُ تَعَالَى فِي مُحْكَمِ كِتَابِهِ اْلكَريِمِ اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ) «يَوْمَ لاَ يَنْفَعُ مَالٌ وَ لاَ بَنُونَ اِلاَّ مَنْ اَتَى اللهَ بِقَلْبٍ سَليِمٍ»

اَلْخُطْبَةُ الثَّانِيَةُ

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ اَلْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَينَا لِلاِيمَانِ وَ الصَّلَوةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى مُحَمَّدٍ صَاحِبِ اْلفَضْلِ وَ اْلاِحْسَانِ اَلْمُنَزَّلِ عَلَيْهِ فِي مُحْكَمِ كِتَابِهِ تَعْظيِمًا وَ تَكْرِيمًا (اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ) «اِنَّ اللهَ وَ مَلئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَ سَلِّمُوا تَسْليِمًا».

اَللَّهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ وَ بَارِكْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ. يَا اللهُ بِكَ تَحَصَّنْتُ «۳ دفعه» وَ بِعَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ اسْتَجَرْتُ «۳ دفعه» اَللَّهُمَّ اغْفِرْ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ اْلمُؤْمِنَاتِ وَ اْلمُسْلِمِينَ وَ اْلمُسْلِمَاتِ اَلاَحْيَاءِ مِنْهُمْ وَ اْلاَمْوَاتْ آمِينْ.

وَ اْلحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ.

اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اِنَّ اللهَ يَأْمُرُ بِاْلعَدْلِ وَ اْلاِحْسَانِ وَ اِيتَاءِ ذِي اْلقُرْبَى وَ يَنْهَى عَنِ اْلفَحْشَاءِ وَ اْلمُنْكَرِ وَ اْلبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ. وَ لَذِكْرُ اللهِ اَكْبَرُ وَ اللهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ.

اَلتَّلْقِينُ لِلْمَيِّتِ

عَلَيْكَ سَلاَمُ اللهِ يَا عَبْدَ اللهِ ابْنَ عَبْدِ اللهِ (۳ دفعه) كُلُّ شَئٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ، لَهُ اْلمُلْكُ وَ لَهُ اْلحُكْمُ وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ. فَاعْلَمْ بِاَنَّ هَذَا آخِرُ مَنْزِلِكَ مِنْ مَنَازِلِ الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ مَنْزِلِكَ مِنْ مَنَازِلِ اْلآخِرَةِ. وَ اعْلَمْ بِاَنَّكَ خَرَجْتَ مِنْ دَارِ الدُّنْيَا الدَّنِيَّةِ وَ وَصَلْتَ اِلَى دَارِ اْلعُقْبَى اْلاَبَدِيَّةِ. خَرَجْتَ مِنْ دَارِ اْلغُرُورِ وَ وَصَلْتَ اِلَى دَارِ السُّرُورِ. خَرَجْتَ مِنْ دَارِ اْلفَنَاءِ وَ وَصَلْتَ اِلَى دَارِ اْلبَقَاءِ. وَ اعْلَمْ بِاَنَّ اْلآنَ اْلآنَ قَدْ يَنْزِلُ بِكَ اْلمَلَكَانِ الرَّفِيقَانِ الشَّفِيقَانِ اْلاَسْوَدَانِ اْلوَجْهَانِ وَ اْلاَزْرَقَانِ اْلعَيْنَانِ، اَحَدُهُمَا مُنْكَرٌ وَ آخَرُهُمَا نَكِيرٌ لاَ تَخَفْ عَنْهُمَا وَ لاَ تَحْزَنْ فَاِنَّهُمَا عَبْدَانِ مَأْمُورَانِ مِنْ قِبَلِ الرَّحْمَنِ، سَائِلاَنِ عَنْكَ قَائِلاَنِ لَكَ: مَنْ رَبُّكَ وَ مَنْ نَبِيُّكَ وَ مَا دِينُكَ وَ مَا اِمَامُكَ وَ مَا قِبْلَتُكَ وَ مَنْ اِخْوَانُكَ وَ مَنْ اَخَوَاتُكَ فَقُلْ فِي جَوَابِهِمَا بِلَفْظٍ فَصِيحٍ وَ لِسَانٍ صَرِيحٍ: اَللهُ رَبِّى وَ مُحَمَّدٌ نَبِيِّي، وَ اْلاِسْلاَمُ دِينِي وَ اْلقُرْآنُ اِمَامِي وَ اْلكَعْبَةُ قِبْلَتِي وَ اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَانِي وَ اْلمُؤْمِنَاتُ اَخَوَاتِي. فَاعْلَمْ بِاَنَّ اْلمَوْتَ حَقٌّ وَ اْلقَبْرَ حَقٌّ وَ سُؤَالَ اْلمُنْكَرِ وَ النَّكِيرِ حَقٌّ وَ اْلحَشْرَ حَقٌّ وَ النَّشْرَ حَقٌّ وَ اْلحِسَابَ حَقٌّ وَ اْلمِيزَانَ حَقٌّ وَ الصِِّرَاطَ حَقٌّ وَ اْلجَنَّةَ لِلْمُؤْمِنيِنَ حَقٌّ وَ النَّارَ لِلْكَافِرِينَ حَقٌّ. مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَ فِيهَا نُعِيدُكُمْ وَ مِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرَى. اُذْكُرِ اْلعَهْدَ الَّذِى كُنْتَ عَلَيْهِ فِى دَارِ الدُّنْيَا الدَّنِيَّةِ وَ هُوَ شَهَادَةُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ وَ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ. اَللَّهُمَّ ثَبِّتْهُ عَلَى اْلجَوَابِ وَ اَنْطِقْهُ بِالصِّدْقِ وَ الصَّوَابِ [اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَ مُحْسِنًا فَزِدْ فِي اِحْسَانِهِ وَ اِنْ كَانَ مُسِيئًا فَاغْفِرْ لَهُ وَ ارْحَمْهُ وَ تَجَاوَزْ عَنْهُ]

«۳ دفعه» آمِينَ. وَ اْلحَمْدُ للهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ.

اَلتَّلْقِينُ لِلْمَيِّتَةِ

عَلَيْكِ سَلاَمُ اللهِ يَا أَمَةَ اللهِ بِنْتَ عَبْدِ اللهِ (۳ دفعه) كُلُّ شَيْئٍ هَالِكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ، لَهُ اْلمُلْكُ وَ لَهُ اْلحُكْمُ وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ. فَاعْلَمِي بِاَنَّ هَذَا آخِرُ مَنْزِلِكِ مِنْ مَنَازِلِ الدُّنْيَا وَ اَوَّلُ مَنْزِلِكِ مِنْ مَنَازِلِ اْلآخِرَةِ. وَ اعْلَمِي بِاَنَّكِ خَرَجْتِ مِنْ دَارِ الدُّنْيَا الدَّنِيَّةِ وَ وَصَلْتِ اِلَى دَارِ اْلعُقْبَى اْلاَبَدِيَّةِ. خَرَجْتِ مِنْ دَارِ اْلغُرُورِ وَ وَصَلْتِ اِلَى دَارِ السُّرُورِ. خَرَجْتِ مِنْ دَارِ اْلفَنَاءِ وَ وَصَلْتِ اِلَى دَارِ اْلبَقَاءِ. وَ اعْلَمِي بِاَنَّ اْلآنَ اْلآنَ قَدْ يَنْزِلُ بِكِ اْلمَلَكَانِ الرَّفِيقَانِ الشَّفِيقَانِ اْلاَسْوَدَانِ اْلوَجْهَانِ وَ اْلاَزْرَقَانِ اْلعَيْنَانِ، اَحَدُهُمَا مُنْكَرٌ وَ آخَرُهُمَا نَكِيرٌ لاَ تَخَافِي عَنْهُمَا وَ لاَ تَحْزَنِي فَاِنَّهُمَا عَبْدَانِ مَأْمُورَانِ مِنْ قِبَلِ الرَّحْمَنِ، سَائِلاَنِ عَنْكِ قَائِلاَنِ لَكِ: مَنْ رَبُّكِ وَ مَنْ نَبِيُّكِ وَ مَا دِينُكِ وَ مَا اِمَامُكِ وَ مَا قِبْلَتُكِ وَ مَنْ اِخْوَانُكِ وَ مَنْ اَخَوَاتُكِ فَقُولِي فِى جَوَابِهِمَا بِلَفْظٍ فَصِيحٍ وَ لِسَانٍ صَرِيحٍ: اَللهُ رَبِّى وَ مُحَمَّدٌ نَبِيِّي، وَ اْلاِسْلاَمُ دِينِي وَ اْلقُرْآنُ اِمَامِي وَ اْلكَعْبَةُ قِبْلَتِي وَ اْلمُؤْمِنُونَ اِخْوَانِي وَ اْلمُؤْمِنَاتُ اَخَوَاتِي. فَاعْلَمِي بِاَنَّ اْلمَوْتَ حَقٌّ وَ اْلقَبْرَ حَقٌّ وَ سُؤَالَ اْلمُنْكَرِ وَ النَّكِيرِ حَقٌّ وَ اْلحَشْرَ حَقٌّ وَ النَّشْرَ حَقٌّ وَ اْلحِسَابَ حَقٌّ وَ اْلمِيزَانَ حَقٌّ وَ الصِِّرَاطَ حَقٌّ وَ اْلجَنَّةَ لِلْمُؤْمِنيِنَ حَقٌّ وَ النَّارَ لِلْكَافِرِينَ حَقٌّ. مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَ فِيهَا نُعِيدُكُمْ وَ مِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرَى. اُذْكُرِي اْلعَهْدَ الَّذِى كُنْتِ عَلَيْهِ فِى دَارِ الدُّنْيَا الدَّنِيَّةِ وَ هُوَ شَهَادَةُ اَنْ لاَ اِلَهَ اِلاَّ اللهُ وَ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ. اَللَّهُمَّ ثَبِّتْهَا عَلَى اْلجَوَابِ وَ اَنْطِقْهَا بِالصِّدْقِ وَ الصَّوَابِ [اَللَّهُمَّ اِنْ كَانَتْ مُحْسِنَةً فَزِدْ فِي اِحْسَانِهَا وَ اِنْ كَانَتْ مُسِيئَةً فَاغْفِرْ لَهَا وَ ارْحَمْهَا وَ تَجَاوَزْ عَنْهَا] «۳ دفعه» آمِينَ. وَ اْلحَمْدُ ِللهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ.

دُعَاءُ اْلاِسْتِغْفَارِ

اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظيِمَ الَّذِي لاَ اِلَهَ إِلاَّ هُوَ اْلحَيَّ الْقَيُّومَ وَ أَتوُبُ إِلَيْهِ

İSTİGFÂR DÜÂSI

[Birçok âyet-i kerîmede, (Beni çok zikr edin) ve (İzâ câe) sûresinde, (Bana istigfâr edin. Düâlarınızı kabûl eder, günâhlarınızı afv ederim) buyuruldu. Görülüyor ki, Allahü teâlâ, çok istigfâr edilmesini emr ediyor. Bunun için, Muhammed Ma’sûm hazretleri, ikinci cild, 80.ci mektûbunda, (Bu emre uyarak, her namâzdan sonra, üç kerre istigfâr düâsı okuyorum ve 67 kerre (Estagfirullah) diyorum. İstigfâr düâsı, (Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüv el hayyel kayyûme ve etûbü ileyh)dirSiz de bunu çok okuyunuz! Herbirini söylerken, ma’nâsını, (Beni afv et Allahım) olarak düşünmelidir. Okuyanı ve yanındakileri, derdlerden, sıkıntılardan kurtarır. Çok kimse, okudu. Fâidesi hep görüldü) buyurdu.] [Yatarken, yâ Allah, yâ Allah ve üç def’a (Estagfirullah min külli mâ kerihallah) demeli ve uyuyuncaya kadar, tekrâr etmelidir.]

Şeyh-ül-islâm Ahmed Nâmıkî Câmî, h.536, m.1142 de vefât etdi. (Miftâh-ün-necât) kitâbında buyuruyor ki, bir kimse tevbe ve istigfâr eder ve şartlarını yaparsa, her geçdiği sokak ve her oturduğu yer iftihâr eder. Ay, güneş, yıldızlar, onun için düâ eder. Kabri Cennet bağçesi olur. Böyle tevbe nasîb olmıyan kimse, böyle tevbe yapanlarla berâber olmalıdır. Hadîs-i şerîfde (İbâdetlerin en kıymetlisi, evliyâyı sevmekdir) buyuruldu ve (Tevbe ve istigfâr edenin bütün günâhları afv olur) buyuruldu. [Tevbe kalb ile olur. İstigfâr söylemekle olur.]

دُعَاءُ التَّوْحِيدِ

يَا اَلله يَا اَلله لاَ اِلَهَ اِلاَّ الله مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ يَا رَحْمَنُ يَا رَحِيمُ يَا عَفُوُّ يَا كَرِيمُ فَاعْفُ عَنِّي وَ ارْحَمْنيِ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ تَوَفَّنيِ مُسْلِمًا وَ اَلحِْقْنيِ بِالصَّالِحِينَ اَللَّهُمَّ اغْفِرْ ليِ وَ ِلآبَائِي وَ أُمَّهَاتيِ وَ ِلآبَاءِ وَ اُمَّهَاتِ زَوْجَتِي وَ ِلأَجْدَادِي وَ جَدَّاتيِ وَ ِلأَبْنَائِي وَ بَنَاتيِ وَ ِلإِخْوَتيِ وَ أَخَوَاتيِ وَ ِلأَعْمَامِي وَ عَمَّاتيِ وَ ِلأَخْوَاليِ وَ خَالاَتيِ وَ ِلأُسْتَاذِي عَبْدِ اْلحَكِيمِ اْلآرْوَاسِي وَ لِلْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ اَلاَحْيَاءِ مِنْهُمْ وَ اْلاَمْوَاتِ «رَحْمَةُ اللهِ تَعَالىَ عَلَيْهِمْ أَجْمَعِينَ» بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَ اْلحَمْدُ ِللهِ رَبِّ اْلعَالَمِينَ

TEVHÎD DÜÂSI

Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li kâffetil mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”

Hak, şerleri hayreyler,
zan etme ki, gayr eyler,
ârif anı seyr eyler,
Mevlâ görelim neyler, neylerse, güzel eyler.

Sen Hakka tevekkül kıl,
tefvîz et ve râhat bul!
Sabr eyle ve râzı ol,
Mevlâ görelim neyler, neylerse, güzel eyler.

Kalbin ana bend eyle,
tedbîrini terk eyle!
Takdîrini derk eyle,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Hallâku Rahîm oldur,
Razzâku Kerîm oldur,
Fa’âlü Hakîm oldur,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Bil Kaadıyı hâcâti,
kıl ana münâcâtı!
Terk eyle mürâdâtı,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Bir iş üstüne düşme,
olduysa inâd etme!
Hakdandır o, red etme,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Hakdandır bütün işler;
boşdur gamu teşvişler,
ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Hep işleri fâyıkdır,
birbirine lâyıkdır,
neylerse muvâfıkdır,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Dilden gamı dûr eyle,
Rabbinle huzûr eyle!
tefvîz-i umûr eyle,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Sen adli, zulm sanma,
teslîm ol, nâra yanma!
sabr et, sakın usanma,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Deme, şu niçin şöyle,
bir nicedir ol öyle!
bak sonuna, sabr eyle,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Nâçâr kalacak yerde,
nâgâh açar, ol perde,
dermân eder her derde,
Mevlâ, görelim neyler, neylerse güzel eyler.

Bismillâhirrahmânirrahîm

İslâmiyyeti bildiren kitâblar pek çokdur. Bunların içinde en kıymetlisi, imâm-ı Rabbânînin üç cild (Mektûbât) kitâbıdır. Bundan sonra, Muhammed Ma’sûmun üç cild (Mektûbât) kitâbıdır. Muhammed Ma’sûm hazretleri, Mektûbâtın üçüncü cildinin onaltıncı mektûbunda buyuruyor ki, (Îmân, kelime-i tevhîdin Lâ ilâhe illallah ve Muhammedün Resûlullah iki kısmına birlikde inanmakdır). Ya’nî, müslimân olmak için, Muhammed aleyhisselâmın Peygamber olduğuna da inanmak lâzımdır. Ya’nî Muhammed aleyhisselâm, Allahın Peygamberidir. Allahü teâlâ, Cebrâîl ismindeki melek ile, kendisine (Kur’ân-ı kerîm)i göndermişdir. Bu Kur’ân-ı kerîm, Allah kelâmıdır. Muhammed aleyhisselâmın kendi düşünceleri ve felsefecilerin, târîhcilerin sözleri değildir. Muhammed aleyhisselâm, Kur’ân-ı kerîmi tefsîr etmişdir. Ya’nî açıklamışdır. Bu açıklamalara, (Hadîs-i şerîf) denir. İslâmiyyet, (Kur’ân-ı kerîm) ile (Hadîs-i şerîf)lerdir. Dünyânın her yerindeki, milyonlarca islâm kitâbı, (Kur’ân-ı kerîm) ile (Hadîs-i şerîf)lerin açıklamalarıdır. Muhammed aleyhisselâmdan gelmiyen bir söz, islâm kitâbı olamaz. Îmân ve islâm demek, (Kur’ân-ı kerîm) ve (Hadîs-i şerîf)lere inanmak demekdir. Onun bildirdiklerine inanmıyan, Allah kelâmına inanmamış olur. Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın bildirdiklerini Eshâbına bildirdi. Onlar da, talebelerine bildirdi. Bunlar da, kitâblarına yazdılar. Bu kitâbları yazan âlimlere (Ehl-i sünnet âlimi) denir. Ehl-i sünnet kitâblarına inanan, Allah kelâmına inanmış olur. Müslimân olur. Elhamdülillah, biz dînimizi Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından öğreniyoruz. Dinde reformcuların, masonların ve zındıkların uydurma kitâblarından öğrenmiyoruz.

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ümmetim arasında fitne, fesâd yayıldığı zemân, sünnetime yapışana, yüz şehîd sevâbı vardır.) Sünnete yapışmak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını öğrenmekle ve bunlara uymakla olur. Müslimânların dört mezhebinden herhangi birisinin âlimleri (Ehl-i sünnet âlimleri)dir. Ehl-i sünnet âlimlerinin reîsi, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe Nu’mân bin Sâbitdir. İngilizler, asrlar boyunca uğraşarak, bir müslimânı hıristiyan yapamadılar. Bunu başarabilmek için, yeni bir yol aradılar. Masonluğu kurdular. Masonlar, islâmiyyete, ya’nî Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine, ya’nî Muhammed aleyhisselâmın sözlerine ve bütün dinlere, öldükden sonra tekrâr dirilmek olduğuna, Cennetin, Cehennemin var olduğuna inanmıyorlar.

NAMÂZ

Müslimânın, hergün beş kerre nemâz kılması farzdır. Nemâz dînin direğidir. Bir nemâzı vaktinde kılmıyanın, bunu hemen kazâ etmesi de farzdır. Bir nemâzı kılmayıp, kazâ da etmiyen Cehennemde binlerce sene yanacakdır. Yâ, nemâza ehemmiyyet vermiyen, vazîfe olduğuna inanmıyan mürted olur, îmânı gider, Cehennemde sonsuz olarak yanacakdır. Nemâz ayakda kılınır. Ayakda duramıyan hasta, oturarak kılar. Oturamıyan hasta, yatarak, îmâ ile kılacakdır. Bunu da yapamıyan, öldükden sonra, iskat yapılması için vasıyyet edecekdir. Zengin akrabâsı bulunmıyanın, komşuları iskat yapıp, bunu Cehennemden kurtarır. Müslimânların, müslimân komşular arasında ev tutmaları lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.

Nemâzda ayakda durmağa (Kıyâm), eğilmeğe (Rükü’), başını yere koymağa (Secde), oturmağa (Ka’de) denir. Bu dördü nemâzın rüknleri, rek’atlarıdır. Sabâh nemâzı dört rek’at olup, ikisi sünnet, ikisi farzdır. Öğle nemâzının ilk dört rek’ati sünnet, dört rek’ati farz, iki rek’atı son sünnet, ikindinin dört rek’ati sünnet, dört rek’ati farz, akşamın üç rek’ati farz, iki rek’ati sünnet, yatsının ilk dört rek’ati sünnet, dört rek’ati farz, iki rek’ati son sünnet, üç rek’at vitr nemâzı vâcibdir.

[1] Bütün mahlûkâtın kendisine yöneleceği ve sığınacağı zât-ı ehâdiyetdir. Ayrıca bu kelime bir sıfatı ehâdiyyedir.

[2] Bir rivâyetde Ebû Cehlin vârisi olduğu köle.

[3] Ebu Cehl.

[4] Mâûn, zekât ve sadaka ma’nâsına geldiği gibi, bir kişinin diğerinden ödünç aldığı şeye de denir.

[5] İslâm âlimlerine göre.

[6] Mekke müşriklerinden Ebû Cehl, As bin Vâil, Esved bin Abdülmuttalib, Velid, Ümeyye bin Halef ve diğerleri, Abbâs “radıyallahü anh” vâsıtasıyle Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” haber gönderip, şu teklîfde bulundular: “Bir yıl o bizim ilâhımıza ibâdet etsin. Bir yıl da biz onun Allahına ibâdet edelim.” Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

[7] Bu sûrede, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefâtına işâret vardır. Bu sûreyi Peygamberimiz okuduklarında, Abbâs “radıyallahü anh” ağladı. Resûlullah niçin ağladığını sorduğunda, Abbâs “radıyallahü anh”: “Bu sûrede sizin vefâtınıza işâret vardır” dedi. Resûl aleyhisselâm, dediğin gibidir, buyurdu.

[8] Bütün mahlûkâtın kendisine yöneleceği ve sığınacağı zât-ı ehâdiyetdir. Ayrıca bu kelime bir sıfatı ehâdiyyedir.

[9] Lebid bin Asam isminde bir yehûdî, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” saçından onbir kılı düğümliyerek sihr yapmış ve bir kuyuya atmışdı. Böylece Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” râhatsız oldu. Sonra Cibril-i Emîn, Resûl aleyhisselâma bu işi haber verdi. İpler hazret-i Alî “radıyallahü anh” vâsıtası ile kuyudan çıkarıldı. Böylece, Resûl aleyhisselâm evvelki sıhhatine kavuşdu. Muavvizeteyn sûrelerinin onbir âyet olması buna işâretdir.

[10] Tefsîr-i Lübab’a göre bu sûrede vâkı olan beş adet “Nas” lâfzı, beş  ayrı sınıf insana işaretdir. Bunlar:

     1- Çocuklar,

     2- Gençler,

     3- İhtiyârlar,

     4- Sâlihler,

     5- İnsan şeytânlarıdır.

[11] Bu kısm cenâze namâzı kılınırken ilâve edilir.

[12] Teravihe kalkarken okunur.

[13] Ramazanın (15)’inden sonra (Merhabâ) yerine (Elveda’) okunacaktır.

[14] Teravihler arasında okunacaktır.

[15] Teravih kılındıktan sonra okunacak duadır.

[16] Cenâze kadın ise parantez içindekiler okunur.


Motif1

Hakikat Kitabevi

Adress: Darüşşefeka Caddesi No: 53 P.K.: 35  34083

Fatih / İstanbul / TÜRKİYE

Phone: +90 (212) 523 45 56 - 532 58 43   Fax: +90 (212) 523 36 93

E-Mail:bilgi@hakikatkitabevi.com